17-19 Kasım 2012
LOÇ ULUDAĞ TIRMANIŞI
BUDAK
Bursa dağcılık kulübü (BUDAK) her yıl festival kapsamında
ilk federasyon başkanı merhum Latif Osman Çıkıgil adına Uludağ’a bir zirve
tırmanışı gerçekleştirmekte. Bu yıl 12.si yapılan bu tırmanışın süresi bir
trans faaliyeti ile birleştirilerek 3 güne çıkartıldı. Uludağ oteller
bölgesinden başlayacak olan faaliyette ilk gün zirve yakınlarında ki kilimli
gölüne kadar gidilecek orada kamp kurulacak, ertesi gün zirve tırmanışı yapılıp
Boğaz oba’ya kadar gidilip orada kamp kurulacak, üçüncü günde Osmanlı
İmparatorluğunun ilk tohumlarının atıldığı Koca yaylaya kadar yürünüp etkinlik
orada tamamlanacak.
Isparta’daki eğitimin sona ermesi ile 16’sı öğlen bindiğim
otobüsle Bursa’ya gittim. Bursa’da öğretmen evine yerleşerek dağılmadan
yetişmek ümidi ile hemen BUDAK binasına gittim. Halen hazırlık yapıyorlardı. Güzel
bir yer. Bizimki ile karşılaştırıldığında orası bana saray gibi geldi. Altta
bir depoları var ama orayı bir çalışma alanı haline getirmişler. Duvarlarına
boldring çalışması yapmak için tutamaçlar yerleştirilmiş, yerlere düşme
sırasında zarar görmemek için kalın minderler koymuşlar. Neyse inşallah bizimde
olur. Sohbet ettik, program üzerine
konuştuk, çaylarımızı içtik ve fazla geçe kalmadan sabah buluşmak üzere binadan
ayrıldık. Yatmadan önce de çantamı ayarladım. Malum kamptan geliyordum ve eşyam
oldukça fazlaydı. Bütün bu eşya ile yürüme imkânım yoktu. Etkinlik için gerekli
olanları sırt çantama yerleştirdim, kalanları transit çantama koydum. Bu
transit çantası oldukça iyi oldu. Muşambadan çizerek yaptırdığım, kol askılı
çuval biçimli bu hurç, çantamı ve diğer eşyalarımı içine alıyor otobüs ve
kamyon yüklemelerinde (TDF kamplarında çantalar kamyonda transfer ediliyor)
hasarlanmaktan ve kirlenmekten koruyor.
Sabah erkenden kahvaltımı yaparak çantalarımı sırtlandım ve
kulübe doğru yol koyuldum. Kulüpte toplanmaya başlamışlar bile. Gece geç vakit
gelip kulüpte yatan bile var. Ben hurcu orada emanete bıraktım. Depolarına
koydular. Bu arada bizden Çağrı ile Ayşen’de geldi. BODOSK’tan katılım biz üç
kişi ile kaldı. Dağdan gelen haberde dağda kar ve buz olduğu. Bu neden ile
bizimkiler kramponlarını da getirmişler. Ben kamptan geldiğimden bende krampon
yok. Önden açılan yoldan giderim diyince onlarda taşınacak fazla ağırlığı
düşünerek kramponlarını orada bıraktılar. İşte dağcılıkta önemli bir nokta,
taşıyabilme kapasitemiz emniyet ve konforumuzun sınırlarını belirliyor. Bazen
güvenlik ve konfor için taşıma limitimizi zorluyor, bazen de taşıyabilme için
konfor ve güvenliğimizden feragat ediyoruz.
Saat 08.30’da kulüpten çıkarak sırtlarımızda 15-20 kg'lık çantalar ile topluca kent meydanına doğru
yollandık. Üç otobüs bizi bekliyor. Yine eğitim kamplarından tanıştığım birçok
arkadaş ile orada karşılaştım. Araçlarda bize hediye olarak gerektiğinde
boyunluk, gerektiğinde bere olan başlıklardan dağıttılar. Önlerinde kulübün
ismi yazılı. Güzeldi ve tüm yürüyüş boyunca başıma taktım. Otobüsler bizi
oteller bölgesine götürdü. Otobüse gelirken yolda okurum diye gazetemi de
almıştım ama manzara o kadar güzeldi ki bir satır bile okuyamadım.
Oteller bölgesinde araçlarımızdan indik. Hazırlandık ve
sırt çantalarımız sırtımızda karlı yola koyulduk. 86 kişiyiz. Daha yolun
başında birkaç kişi yürüyüşü bırakacak, kalanların yarısı da zirve sonrası
bizden ayrılacak ve sadece 40 kişi bu etkinliği tamamlayacağız. Dağcılıkta
kısıtlı imkânlar ile hareket ediyoruz. Bu neden ile çok iyi plan yapılmış ve
disiplinli olmamız gerekiyor. İşte gerekli hesabı iyi yapmayıp havanın
soğukluğuna bakıp sıkı giyinip yola çıktığımızdan biraz sonra terledik
üzerimizi çıkartalım demeye başladık. Her talep için durulursa bu ekip yolu
bitiremez. Hele başımızda Korkut hoca (Güven) varsa bu duraklama hiç olmaz. Adam
çok ritmik, yavaş ve sakin yürüyor ama saatlerce mola vermeden. Gözlüğünü
takmadıysan, suyunu kolay yere koymadıysan, ayakkabı bağlarını güzel
bağlamadıysan, çorabının dikişi ayak parmağını vurmaya başladıysa, şapkanı ve
eldivenini giymediysen, atkını bağlamadıysan vs. gerekenleri yapmadıysan “Dur
bir dakika şunu yapayım” deme şansın yok. Aklında yapılması gereken şey
takılmış vaziyette bir an önce hocanın mola vermesini dua ederek yürürsün.
Oteller bölgesinde başlayan karlı parkur hemen hemen tüm
iki gün boyunca mevcuttu. Yükseldikçe bu karın altından buzlar çıkmaya ve bizi
zorlamaya başladı. Bazı kişiler ayaklarında trakking ayakkabıları ile
gelmişler. Gerçi bende Bursa’ya trakking ayakkabısı ile gitmiştim ama parkuru
öğrenince o botları orada bırakarak yanımda getirdiğim dağ botlarını giymiştim.
Trakking botları ile karda yürümek çok riskli olacaktı. Taşıma sorununu da
düşünerek çıkarttığım botları kulüpte bırakmıştım. Yani farklı parkur için
farklı botları giyerim diye yürüyüşte yanda taşımak pek kolay bir iş değil.
Yürüyüş kolu uzun. Hoca ne kadar yavaş yürüse de gerek
zemin gerekse kişisel hatalardan kolda dalgalanmalar oluşuyor. Bir buz, bir
kaya birkaç saniye arkadan geleni geciktirse, birisi arkasına dönüp bir şeye
baksa veya arkasındakine bir laf yetiştirmeye çalışsa veya bir ihtiyacı veya
fotoğraf çekmek için koldan çıkıp kola girmeye çalışsa bu dalgalanmalar oluyor,
bu da arkadan gelenleri yoruyor. Bu neden ile uzun yürüyüş kolunda öncünün
yavaş yürümesinden ziyade, kişisel hataların az yapılması ve 10 kişide bir 6-7
metrelik boşluk bırakılması bu dalgalandırmaları azaltacak ve arkadan
gelenlerin daha az yorulmasını sağlayacaktır.
Saat 16.00’da planlandığı gibi zirvenin yakınlarında
bulunan Kilimli gölüne geldik. O gün toplam 12 km yol yürümüşüz. Dağların arasında kalan gölde hava kararmaya
başlamış. Gölün üzerinde kısmi ince buz var. Çevresi tamamen karla kaplı. Önden
gidenler hemen bildikleri düz yerleri kapmışlar çadırlarını açmaya başlamışlar
bile. Ben ilk defa sırtımda yükle yürüyorum. Performansım yürüyüş kolunun
çoğunu oluşturan gençler gibi değil. Kolun sonlarında kalıyorum. Çağrı ve
Ayşen’de önlerde olmasa bile benden daha önde yürüyorlar. Kamp alanına girerken
onlar ile birleştim ve kendimize çadır kurmak için düz bir alan baktık.
Diğerlerinden ayrı ve daha yüksek fakat düz olarak bulduğumuz bir yere
çadırımızı kurmaya karar verdik. Yer seçiminde önceliğimiz kısıtlı olan düz
alan. Aksi takdirde sentetik elyaflı uyku tulumu içinde her kımıldayışımızda
çadırın bir ucuna doğru kayarız. Gece aklıma geldi. Diğer çadırların en dış
tarafında yer alıyoruz ve gece kampa vahşi hayvanlar gelirse ilk uğrayacakları
çadırlar bizimkiler olacaktır. Zaten gece birileri de geldi ama neyse ki
çadırları zorlamadı. Çevreyi koklayıp koklayıp gittiler. İyi ki çadır bagajında
yiyecek ve dışarıda çöp bırakmamışız. Yarım metreden fazla üzeri sertleşmiş kar
üzerine çadırı kurarken düşündüm. Notlarımda yazmıştım ama ilk defa
uyguluyordum ve yeterince planlı davranmamışım. Toprak için düşünülen çubuk
kazıklar bu karda işe yaramıyor. Onun yerine yassı kar kazıkları almalıymışız.
Bu neden ile Çağrıların çadırının bagaj kısmı gece çıkan hafif rüzgârda
kazıklarından kurtulup yapraklanmaya başladı. Çıkan hışırtı onları oldukça
rahatsız etti. Rüzgâr kuvvetli olsaydı daha fazla sorun yaşayabilirdik.
Isparta’da çadırı sabah erken saatte tam kurutamadan topladığımdan üzerindeki
ıslaklık hemen buz olmuş. Kurulurken parşömen kâğıdı açılıyormuşçasına hışır
hışır ses çıkarttı. Fermuarlar açılmadı, buz tutmuş. Çadırı kuracağım zemin
üzerinde hazırlamadım. Biraz yanda hazırladım ve kazıkları çakmadan önce yerine
koyup kazıkları öyle çakar gibi yaptım. Amacım karlı zeminde çukurluklar
oluşmasın. Çadırı yerleştirdikten sonra hemen girişe matı serip eşyalarımı
diğer tarafa attım. Fermuara donmaması için yanımda vazelin olmadığından el
kremi sürdüm. Üst havalandırmaları açtım. Bu çok önemliydi. Gece nefesimizden
çıkan su buharı bile çadırda eşyalar üzerinde yoğunlaşma ile yeterince
ıslaklığa sebep olabilir. Ki ertesi akşam yorgunluktan bu havalandırmaları
açmayı unutmuşum da ıslanmadık ne bir giysi ne de uyku tulumu kalmış. Malum
özellikle uyku tulumunun hiç ıslanmaması gerekiyor. Gece bir şey daha düşündüm.
O kadar soğuk havada, vahşi hayvanların dolandığı bir zamanda tuvalet ihtiyacı
için dışarı çıkıp bir yerde çömmek her halde pek kolay olmasa gerek. Buna bir
çare aradım ve esasında çadırımın üç odalı olduğunun farkına vardım. Bir bagajı
mutfak diğer bagajı tuvalet. Tabi ki bu sadece öyle kalın bir kar tabakası
üzerinde çadır kurduksak. Tuvalet olarak belirlenen bagajda kar üzerine
açılacak bir çukur ihtiyacın giderilmesini sağlayacak ve sonradan da kolaylıkla
kapatılabilecek. Temiz iş!!
Ertesi sabah doğan güneşin ışıkları ile kamp alanı ve gün
çok güzel gözüktü. Biz çok daha erken kalkmış kahvaltımızı yapıp yola
hazırlanmıştık bile. Saat 08.00’da yola koyulduk. Hedef zirve. Tüm yük
sırtımızda 8-10 cm kar altında buzlu bir parkurdan yürüyoruz. Neyse ki alttaki
buz pek kalın değil ve kar botlarının ucu ile yer açılabiliyor. Korkut hoca hiç
öncülüğü bırakmadı. Hep önde ve bize yolu o açıyor. Sadece bir noktada açılan
yolu bir kayanın üzerine çevirmiş, daha güvenli diye. Ancak kayanın üzerindeki
buz diğer yerlerdeki gibi basamak oluşturmaya müsaade etmiyor. Bir kısım
yürüyüşçü oradan geçti ama tam bana geldiğinde artık üzerindeki kar iyice
sıyrılmış ve ayakkabı tutunamaz olmuş. Ben orada kayarak düştüm. Kaya benim
aşağılara inmeme müsaade etmedi. Ama kalkamadım da. Ayakkabı ne düz ne yan buz
üzerinde tutunamıyordu. Arkadan gelenler kayanın yanında yeni bir yer açmaya
başladılar. Ben bir gayret ile yeni açılan yere geçtim ve yola aradan devam
ettim. Ama gücümü oldukça harcamıştım. Düzlüğe çıkış beni oldukça yordu.
Yorgunluk refleksleri azaltıyor, insanı daha sabırsız ve dikkatsiz yapıyor. Bu
da kaza riskini artırıyor. Yürürken genelde sadece önümdekinin bastığı yere
bakıyorum. Eğer yana bakarsam sadece bir adım ötedeki uçurumun veya üzerinde
yürüdüğümüz dik meylin tek bir hata ile nasıl beni ölüme götürebileceğini
görürüm. Gerçek tehlike uçurumun kendisinden ziyade benim korkarak atacağım bir
adımdır.
Zirve öncesi düzlükte biraz dinlenme imkânı buldum. Çağrı
ve Ayşen beni bekliyor. BODOSK ekibi olarak son tepeye çıkmaya başladık. Zirve muhteşem. Çağrı zirve defterine
adlarımızı yazdı. Fotoğraflar çekildi, atıştırmalıklar yendi, sular içildi.
Atamız ve dağlarda hayatlarını kaybeden dağcılar için bir dakikalık saygı
duruşundan sonra istiklal marşımızı söyleyerek törenimizi tamamladık. Buradan
yarımız pazartesi günü işleri nedeni ile aramızdan ayrılarak dönüşe geçti. Biz
programa uygun olarak yolumuza devam ettik.
Geceyi boğaz obada geçireceğiz. Öğleden sonra artık karlı
parkurdan çıktık. Yavaş yavaş ağaçlar başladı. Sonunda ormana girdik ve boğaz
obaya vardık. Çadırlar kuruldu. o gün de toplam 15,5 km yol yürümüşüz. Çoğunluk hemen çadırlarına çekildi. Bir kısım
genç de kamp ateşi yaktı. BODOSK ekibi olarak biz bir süre onlar ile takıldık.
Ateşin sıcağından yararlandık, sohbet ettik. Ben orada fazla kalamadım. Çadıra
dönüp tulumumun sıcaklığını tercih ettim.
Sabah son defa çadırımızı ve çantamızı topladık. O gün
artık kar ve soğuk yok. Yolumuz orman içinden ve bahçeler arasındaki
patikalardan geçiyor. Öğleye Koca yaylaya vardık. bugünkü yolumuzda 14,5 km tutmuş. Etkinlikte toplam 42 km yol yürümüşüz. Osmanlı Bursa’yı almadan ilk
önce buraya koca yaylaya gelmiş, konaklamış ve burada savaşa hazırlanmış. Bu neden ile
burası Osmanlı imparatorluğunun ilk tohumlarının atıldığı yer olarak sayılıyor.
Çok geniş bir kırsal alan. Çevresi çam
ormanı ile kaplı. Bursa’nın en büyük mesire alanı. BUDAK bizlere burada bir
final yemeği düzenlemiş. İkramları çantık, ayran ve tatlı. Cantık bizim bildiğimiz
açık kıymalı pidenin küçüğü. Bir gün önce geri dönenlerin sayesinde paylarımız
ikiye katlandı. Çok çok yememize rağmen yine birçok ikram ortada kaldı.
Otobüsler dışarıdan gelenleri otogara diğerlerini kent
meydanına götürdü. Otobüsümüz geç saatte. Ben otogara, Çağrı ile Ayşen de biraz
alış veriş için şehir merkezine gitti. Benim kulüpte bıraktığım eşyamı
BUDAK’tan Erdal otogara kadar getirdi. Orada bir kere daha düşündüm.
İnsanımızın misafirperverliğini. Her
sıkıntımızda bu insanlar bize yardıma koşmuşlardı. Ve yine düşündüm biz bir
festival düzenleyebilir ve onun altından yüzümüzün akıyla çıkabilir miydik?
Coşkun Yalçınalp
0533.33 88 543
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder